Bizim abilerimiz sette sırtı dönük dururlar bize bakarlardı, tribüne yön verirlerdi. Biz de göbekte önce kendi arkadaşlarımız sonra da çevremizi o gürültüyü çıkarmaya teşvik ederdik. Golü etraftan ve stattan gelen gürültü ile anlardık.
Saha da ne olduğu tabi ki bizi ilgilendirirdi ama sanki sahada oynanan maça bakarsak insanlar bizi ayıplayacak gibi gelirdi. Sanki biz maça bakıp bağırmayı kessek takım gol yiyecekti.Göbekten çıkan beste, setin insanlara aktarmasıyla bütün kapalıyı ardından da bütün tribünü şahlandırırdı.
Şimdi stad büyüdü,fiziken güzelleşti artık gitgide maçı izlemeye ve maçı yaşamaya başladık. Aslında bu benim ve benim gibilerin alışık olmadığı bir durum. Eskiden ayıpladığımız artık normalleşti. (Biz büyüdük ve kirlendi dünya gibi oldu biraz ). Bağırmayı, tezahüratı geçtim artık iş iyice saçma bir hal aldı. Futbolcu yuhlama, kaçan pozisyonlarda homurdanma hatta skora göre stattan erken çıkmak... Kombine sahibi olmak mı insanları bu kadar ruhsuzlaştırdı yoksa stad mı ? Bu sorunun herkese göre bir cevabı vardır. Ama artık herkes üstündeki formanın çubuklu değil parçalı olduğunun farkına varmalı.
Çok kral arkadaşlarımdan biri demişti ki (teşbihte hata olmaz) "Nasıl İslamın şartları varsa, tribüncülüğün de vardır. Bağırmakta tribüncünün birinci şartıdır" . Valla on numara tespit. 33 yaşında hala en çok sesi çıkanlardan.
Herkesten aynı hassasiyet, performans,duruş beklemek çok iyimser olur. Bu yüzden herkes değil de bari bu işi bilenler sahip çıksın tribünlere, tribüncülüğe. Zaten tribünler son mezunlarını veriyorlar artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bari son yıllarımızda yada günlerimizde tribünümüze sahip çıkalım. Varsın yorulalım, varsın sesimiz kısılsın, biz kendimizi parçalarcasına bağıralım. Olsun takım mağlup olsun biz daha çok bağıralım ve şu işin hakkını verelim.
Ölmek var susmak yok...
0 yorum:
Yorum Gönder