Tribüncü haykırıyor: Biz piç miyiz ?

0 yorum
27.09.2013 tarihinde tribünlere yapılan operasyonun tarihidir. Yada başka bir değişle memlekette tribüncülüğün bittiği tarih.Devlet sıra sizde dedi...

Bir kaç zamandır insanları takip ediyorum kimse bu duruma isyan etmedi. Neden ? Yunanistan ve İtalya da bu durum olsaydı ortalık ateş yerine dönerdi. Ama bu işler biz de farklı yürüyor ( maalesef ). Bakalım ilerde neler olacak diye düşünmüyorum bile.Takımlarımıza bile sahip çıkamazken tribünlerimize mi sahip çıkacağız ?

Zaten içerdekiler ultras değil, bizim gibi düşünmüyorlar. Kalsınlar içeride ömür boyu...

Bu tribüncüleri devlet içeri attı, onlara işlemedikleri suçları isnad ettiler ama onları dışarıda ki bu umursamazlık daha da mahvetmiştir. Tribünleri sadece devlet bitirmedi biz hep beraber bitirdik.Tribünler bence ölmüştür Allah rahmet eylesin.

Yazacak o kadar çok şey var ki gerisini siz doldurursunuz...

Kavga Daha Büyük, İdealler Zaten Büyük, Galatasaray Tek Büyük!.

1 yorum

               
Yazı yazmanın en zor olduğu günler, hatta konuşmanın yutkunmanın imkansıza yakın olduğu günler. Zaten romantizmin herhangi bir yerinde olamadım, ben ve benim gibiler yazmak yerine savaşmayı seçiyorlar.

İhanetin, kibrin tavan yaptığı anlar. 

Sırtından vurulan bir İmparator var. Gözümüzün önünde gözümüzün içine baka baka, bizden hiç çekinmeden İmparatoru sırtından bıçakladılar. 

Ama biz bu kahpeliği unutmayacağız. İmparatoru için savaşan bir güruhuz. Bu savaş  ta ki intikam alınıp ihanet edenler klüpten gidene kadar devam edecek 



Biz hep sevinç göz yaşlarına alıştık. Bu gözyaşları ise ayrılığın değil yapılan ihanet için dökülen gözyaşları. Ama hocam sen emin ol bunun da hesabını soracağız... 



 "CİMBOM BAŞI DİK YÜRÜR" Hocam başımızı hiç eğmedik. Sen sakın eğme. Düştüğümüz de kalkmasını da biliriz. Aslanlar gibi ayaktayız. Sen şimdi gidiyorsun ama döndüğünde arkandan teneke bağlayanlar burada olmayacak.

Sen doğru düzgün çalışsınlar diye dolarlar bağışladın kurumsallığın yayın organına daha sen gitmeden kurumsallık yaptılar. Olsun üzülme hocam onun da hesabı sorulacak.


Bak hocam bunlar sadece başlangıç. Biz pes etmeyeceğiz, ihanet etmeyeceğiz. Onlar gidene kadar mücadele edeceğiz. Bu zihniyeti gömeceğiz ta derinlere. Dediğin gibi "KAVGA BÜYÜK" biz hiç kavgadan kaçmadık. Senin için Galatasaray için safları sıklaştırdık, kavgayı başlattık.

YA TERİM YA ÖLÜM...

Bir tribüncünün eşi olmak

5 yorum

Bazen coşmaktır bir stad dolusu renktaşınla
Bazen de bir başına kalmaktır kalabalığın ortasında…

En iyisi hikayeyi en başından anlatmak ki değişimi siz de anlayın
Tanıştırılmamız için aylarca verilen uğraştan sonra bir Cumartesi görüşmek üzere randevulaştık. Birbirimizi tanımaya çalışırken onun hep renk sevdasından bahsetmesinden anlamalıydım hayatımızda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını…
Başlarda bu tutkusunu sadece maça gitmek takımına destek vermek ve deşarj olmak olarak adlandırmıştım. Beraber maçlara gidiyor o atmosferin onu nasıl başka bir insan yaptığını görüyordum. Ama her geçen gün maçlara gitmenin onu rahatlatmak yerine farklı bir haleti ruhiyeye taşıdığını gördüm. Yendiğimiz maçlardan sonra keyfi çok yerinde 1 hafta boyunca şen şakrak etrafa neşe saçıyor, ama Allah korusun yenildiysek o bir hafta geçmek bilmiyordu… Önceleri iç saha maçlarına gidiyordu sonra yakın deplasmanlar derken bir de baktım ki tüm deplasmanlara gitmeye başlamış ülke sınırı tanımadan..Her deplasman öncesi evde kızılca kıyamet kopuyor saatlerce tartışılıyor günlerce konuşulmuyordu ama o gitmeye devam ediyordu..
Onu maça gönderip arkasından beklemek yok mu… Onun renkler uğruna ne zaman ne yapacağı belli olmadığı ve her seferinde bir üst levela geçtiği için kendi hayatıma devam etmek o kadar da kolay olmuyor... Her maç öncesinde beni bir gerginlik alıyor, “bir olaya karışmadan dönecek mi” sorusu saplantı haline geliyor Karışsa da karışmasa da hiçbir şey anlatmıyor ketumluğundan…
“Ne oldu? –Yok bir şey”
“Nasıl oldu?- Ben de anlamadım”
“Neden oraya gittiniz?- Gittik işte”
“X ve Y böyle böyle diyor – Onların ben var ya” diyalogları artık dilimize pelesenk oluyor.
Böyle severken merak etmemem mümkün mü? Tabi ki hayır  Her yönden takibe başlıyor mümkün olduğunda çok kaynaktan bilgi topluyorum... Artık sosyal medyada sadece onun arkadaşlarını ve spor haberlerini takip ediyorum..Gündeme de hakim olmam gerekir mecburen rakipleri de takip ediyorum, zaten evde sadece spor kanallarını izliyoruz..Gel zaman git zaman derken ben de fanatik olmuşum... Bir hatun için oldukça fazla olaya karışmışım... Arena’da oynanacak maç öncesinde boynumda GS atkısı ile fbotobüslerinin arasına cengâver gibi dalmış alnımın akıyla çıkmışım... O kadar fblinin arasından burnum kanamadan çıkmış ama Arena’daki fbye atılan ilk gol sevinicini yaşayanGS’li kardeşimin dirseğinden kaçamamış ve burnumu kırmışım... Bu sevinç bana 5 saat süren bir ameliyata malolmuş... Artık Pazartesi sabahları koordinasyon toplantılarında maç kritikleri yapar, topçu alıp satar, kadrolar kurar olmuşum..
Hal böyle olunca beraber maçlara gitmeye başladık...Maçlardan önce Sami Yen Sokak’ta takılıp pankart boyadık, tezahüratlar eşliğinde (tam Sami Yen’in önünden geçerken “Seni yıkacak dozerin…”) Mecidiyeköy metrosuna yürüdük..O zaman anladım tribün ortamının nasıl bir şey olduğunu.. Bilmeyen gitmeyen için tezahür etmek zordur… Bir çıkarı olmayan insanların takımlarına destek vermek için işi, gücü, sevdiklerini bir yana bırakıp bir araya gelmesidir. Hatta çoğu zaman alır senden vermek yerine..  Kardeşlik vardır serde, ne olursa olsun yanındadır renktaşların… Herhangi bir olay cereyan ettiğinde tanımasan dahi sırf o atkıyı taktığı için sonunu düşünmeden müdahil olduğun.. Pekçok güzel anı vardır anlattıkça güzelleşen yaşadıkça derinleşen..
Tribüncülükten öte Galatasaraylılık var kanımızda, renklere aşkımız futboldan öte... Bizim evde baskette o takım , voleybolda bu takım tutulmaz su topundan kürek takımına kadar sadece Galatasaray desteklenir… Galatasaraylılıkuğruna zamanla tüm kutlamalar da değişti hayatımızda… Doğum günümü kutlamak mı yoksa Panathinaikos maçını izlemek mi? En iyisi önce stadda maçı izlemek sonra doğum günümü kutlamak diye düşünen müstakbel eşim hediye olarak da maç bileti almıştı… Bu sadece bana özgü bir durum değildi kendi doğum gününü deplasman otobüsünde Kayseri’ye giderken kutladı bu sene… Seneye evlilik yıl dönümümüzü nerede nasıl kutlarız kim bilir… J

Önceleri onun değişeceğine dair umutlarım vardı, “Aman canım evlenince gitmez” sözünün yerini “Çocuk olunca da bırakıp gidecek değil ya” sözü aldı. Artık bir oğlumuz var ve ben son söz olarak “Ne zaman maaile maça gideceğiz” diyorum.








BAYRAK ADAM OLMAK ZORDUR

0 yorum
Çok şükür artık net olarak bir bayrak adamımız var. Hem de 3 giyiyor bizi anılarımıza götürüyor. Aramızda ona kızan olabilir ama onun kavgası Galatasaray için. Saha içinde adaleti kimseye ihtiyaç duymadan sağlıyor. Arkadaşlarına ve kendine karşı yapılan haksızlıkların cezasını kendi kesiyor.

Felipe Melo sahada yürüyen arkadaşlarına inat saldırıyor, sezon öncesi yaptığı hataları unutturmak istercesine saldırıyor biz de onunla her defasında gurur duyuyoruz.

Felipe Melo ile savaşa giden kazanır. Artık Galatasaray futbol takımı malesef spor yapamıyor savaşıyor ve belki de saha içinde ki en önemli kumandan Felipe Melo. O savaştıkça takım büyüyor, takım büyüdükçe o savaşıyor. Onun formasına olan saygısı, agresifliği, mücadele azmi adet sahaya dönük gözlerin pasını siliyor.

Felipe Melo bizim için savaştıkça biz de onun için savaşmayı bırakmayacağız. İyi ki bizimlesin deli...

TRİBÜNCÜNÜN OLMAZSA OLMAZI

0 yorum
Maça gidip gol görmeden geçti gençliğimiz.

Bizim abilerimiz sette sırtı dönük dururlar bize bakarlardı, tribüne yön verirlerdi. Biz de göbekte önce kendi arkadaşlarımız sonra da çevremizi o gürültüyü çıkarmaya teşvik ederdik. Golü etraftan ve stattan gelen gürültü ile anlardık.

Saha da ne olduğu tabi ki bizi ilgilendirirdi ama sanki sahada oynanan maça bakarsak insanlar bizi ayıplayacak gibi gelirdi. Sanki biz maça bakıp bağırmayı kessek takım gol yiyecekti.Göbekten çıkan beste, setin insanlara aktarmasıyla bütün kapalıyı ardından da bütün tribünü şahlandırırdı.

Şimdi stad büyüdü,fiziken güzelleşti artık gitgide maçı izlemeye ve maçı yaşamaya başladık. Aslında bu benim ve benim gibilerin alışık olmadığı bir durum. Eskiden ayıpladığımız artık normalleşti. (Biz büyüdük ve kirlendi dünya gibi oldu biraz ). Bağırmayı, tezahüratı geçtim artık iş iyice saçma bir hal aldı. Futbolcu yuhlama, kaçan pozisyonlarda homurdanma hatta skora göre stattan erken çıkmak... Kombine sahibi olmak mı insanları bu kadar ruhsuzlaştırdı yoksa stad mı ? Bu sorunun herkese göre bir cevabı vardır. Ama artık herkes üstündeki formanın çubuklu değil parçalı olduğunun farkına varmalı.

Çok kral arkadaşlarımdan biri demişti ki (teşbihte hata olmaz) "Nasıl İslamın şartları varsa, tribüncülüğün de vardır. Bağırmakta tribüncünün birinci şartıdır" . Valla on numara tespit. 33 yaşında hala en çok sesi çıkanlardan.

Herkesten aynı hassasiyet, performans,duruş beklemek çok iyimser olur. Bu yüzden herkes değil de bari bu işi bilenler sahip çıksın tribünlere, tribüncülüğe. Zaten tribünler son mezunlarını veriyorlar artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak bari son yıllarımızda yada günlerimizde tribünümüze sahip çıkalım. Varsın yorulalım, varsın sesimiz kısılsın, biz kendimizi parçalarcasına bağıralım. Olsun takım mağlup olsun biz daha çok bağıralım ve şu işin hakkını verelim.

Ölmek var susmak yok...



13.09.1991 METİN OKTAY

0 yorum
Galatasaray taraftarının nefesinin kursağında kaldığı gündür 13.09 her sene daha da artıyor 10a sevdamız. Her sene "PROFESYONELLİK" adı altında bir sürü topçu ve argüman türüyor. Biz 10u daha da özlüyoruz. Elini göğsüne koyup fotoğraf çektirenler oluyor sırf 10 a özendiği için ama 10un tırnağı bile olmadan gidiyorlar.

Metin Oktay ile ilgili bir şeyler yazmaya çalışıyorum ama o10u doğru anlatamamaktan,10a layık olamamaktan korkuyorum o yüzden sadece resimlerine bakıp iç geçiriyorum. Mekanın cennet olsun Metin Oktay...

DİZİLİŞ SORUNSALI

0 yorum
Özellikle son 4-5 gündür Galatasaray camiasının 1 numaralı gündem maddesi transfer. Ancak yaz transfer döneminin son günü gelmiş olmasına rağmen bu sefer her zamankinden farklı olarak, gelenlerden veya gelmesi muhtemel olanlardan ziyade gidenler daha çok dikkat çekti. Peki talip olunacak oyuncu ya da oyuncular hangi oyun stilinde oyuncular olmalı?

Felaket olarak nitelediğimiz ve kulüp tarihine geçen 2010-2011 sezonunun ardından takıma 2 yıl boyunca sırasıyla 9 ve 10 puanlık farklarla şampiyonlukları, Süper Kupa zaferlerini ve Şampiyonlar Ligi çeyrek finali başarısını getiren klasik 4-4-2 dizilişiydi.

Bu dizilişin faydasını salt "çift hücumcu ile hücumcu ile gole daha yakın olmak" olarak görmemek lazım. Bu sayede her şeyden önce büyük takımlara maç kazandıran baskı ister istemez en uçtan başlamış oluyor. Burada önde oynayan oyuncunun tarzı elbette önemli ancak Burak gibi pres yapmayı, oyunun savunma yönünü oynamayı sevmeyen bir forvet ile Drogba gibi artık eskisine oranla daha kısıtlı olan kondisyonunu ekonomik kullanması gereken bir forvet ileri ikilinizi  oluşturuyorsa dahi rakip stoperlerin oyuna katılamaması baskıyı otomatik olarak oluşturuyor. Örneğin; Bursaspor maçında Drogba'yı marke etmekle görevli olan ve Drogba çıkıp tek hücumcuya dönülene kadar orta çizgiyi dahi göremeyen Civelli, yenen golde pozisyonun en kritik yerinde, ceza sahası yayında pası verebiliyor ve sonuç malum 2 puandan oluyor takım.

Tabi ki bu dizilişin en önemli noktası orta sahanın ortasında oynayan ikilinin oyunun her yönünü de uyum içinde ve minimum hatayla oynayabilen bir ikili olması. Selçuk-Melo ikilisi oyun görüşleri, yetenekleri, mücadele güçleri ve uyumlarıyla o alanı en etkin biçimde kullanıyor. Her ne kadar kanat oyuncularımız diğer pozisyonlardan devşirme ve o pozisyonlar için yetersiz olsalar da beklerin desteğiyle kanat sıkıntısı bir ölçüde tolore edilebiliyor ama yeterli mi? Elbette değil. Ancak dizilişteki asıl sorun bunlar değil. Sisteme uygun oyuncu bulmak yerine, oyuncuya dayalı sistem yaratma hevesi en büyük sıkıntı. Sneijder geldiğinde büyük çoğunluk gibi ben de böylesine kaliteli, marka bir oyuncunun 30 unu geçmeden takıma gelmesine çok sevindim burası ayrı, ancak elbette böyle bir oyuncu için bir pozisyon yaratıldı işleyen sistemin içinde. Ancak şu an görünen eğer o pozisyonla oynanıyorsa bu sistemin alışık olmadığı büyük handikapları beraberinde getirir:

     1- Çift forvet oynandığında kanatlar hemen hemen boş kalıyor ve zaten sorunlu olan kanatlar iyice işlemez hale geliyor. Aynı zamanda Selçuk gibi merkez için yaratılmış adam kanada kayıyor ve verim vasatın altında tabi.

     2- Tek forvet oynayıp kanatları takviye ettiğinizde Burak gibi yerli ve büyük bir hücum gücünden feragat edilmek zorunda kalınıyor ve başta bahsettiğim baskı ortadan kalkmış oluyor.

Sneijder kanat ağırlıklı serbest oynama ve oyun çeşitliliğini artırma becerisine sahip olmalı. Tıpkı 1996-2001 döneminde Hagi' nin oyuna getirdiği çeşitliliğe benzer bir ortam yaratmak durumunda. Aksi taktirde ya takım zarar görecek ya da piyasası varken bu aşk fazla uzun sürmeyecek.

Dipnot: Hagi ile elbette kıyaslamıyorum, kıyaslayamam sadece doğru oyun görüşü açısından bu şekilde örneklendirdim.


       

SONSUZA DEK

SONSUZA DEK